Bu Blogda Ara

Salı, Eylül 27, 2022

Herkesi müslümanlaştırıp ”Nizama” mı sokacağız?

  


                       Nizamiye Camii Pretoria 


 

Türkiyeden çooook uzaklarda, Pretoriada, Nizamiye Camii ve Külliyesini ziyaret ettim… Midrand bölgesinde 100 dönüme kurulu, dev bir külliyeden söz ediyorum. Fethullah Gülenin bir gün ABDden gelip müritleriyle buluşacağı“ ümidiyle ve onun talimatıyla yapılmış devasa bir cami ile okul, medrese, hastane, mezarlıktan oluşan dev külliyenin Afrikadaki varlığı insanı şaşırtıyor. 

 

Külliyeye, Nizam-ül Mülkten (*) esinlenerek Nizamiye adı verilmiş.

 

Bir milli tatil günüöğlene doğru gittiğim külliyede in cin top oynuyordu. Bildiğim kadarıyla Pretoriada yaşayan halkın tamamına yakını hıristiyan… (**) 

 

-Acaba diyorum, Türkiyede hızımızı alamadık da, Afrikalıları da mı müslümanlaştırmaya niyet ettik?

 

Öyle ya, aksi taktirde dünyanıöbür ucundaki”  bir caminin açılışına Türkiyeden bakanlar, bürokratlar, işadamlarının yer aldığı koskoca heyetler niye katılsın? Ne kadar ilginç ki Nizamiye Camiinin 10 yıönceki açılışını dönemin Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan ile Güney Afrikanı“şaibeliCumhurbaşkanı Zuma birlikte yapıyorlar. Açılışa Zuma, sayısız! karılarından birini de getiriyor. 

 

                     Külliyenin açılış töreni

Cami, Fethullah Gülenin seslendiği isimle, Kervancı” adıyla bilinen işadamı Ali Katırcıoğlu (***)  tarafından 34 milyon dolar harcanarak yaptırılmış, Mimar Sinan’ın ileri yaşlarda Edirnede gerçekleştirdiği ve  hep gururla ustalık eserim” diye söz ettiği Selimiyenin dörtte bir küçültülmüş birebir örneği imiş.

 

Dedim ya, öğlen vakti camiyi gezdik, in cin top oynuyordu. Doğru dürüst bilgi alacak bir kimse bulamadıçünkü cami imamınıABDye göç ettiği” ifade edildi. Bilmem  ki, acaba Pretoriadaki müslümanlaştırma çabası”ndan umutsuzluğa kapılıp da mı gitmişti?

 

Neyse işte, orada rastladığım, caminin bekçisi olduğunu ifade eden biriyle aramızda şu konuşma geçti:

 

-Öğlen namaz vakti yaklaşıyor, ezan okunacak mı?

-İmam yok, Amerikaya gitti

-Ezan okunmayacak mı?

-Okunur, bir Türk var, o okuyacak 

-Burada günde 5 vakit ezan okunuyor mu?

-

 

Görüştüğüm siyahi bekçi, sorularım okulun müfredatı, medresedeki eğitim sistemi, hastanedeki uygulamalar üzerinde yoğunlaşınca bana, bu sorulara buralarda bir Türk yetkili var o cevap versin diyerek, beni caminin avlusundaki bir bölüme sevk etti, baktım orada da kimse yok, tam dışarı çıkarken genç bir adam yaklaştı:

 

-Merak ettikleriniz varsa bana sorun

-Caminin imamı buradan gitmiş galiba, ezanı kim okuyacak?

-Evet ABDye gitti, bugün ben okuyacağım, ezan okumak mesele değil ki, herkes yapabilir bunu, ama İslami eğitime, tefekküre gelince, işte o zaman iş değişir

-Bu cami Türkiyede terörist ilan edilen Fethullah Gülen taraftarlarının diye söyleniyor?

-Asıl terörist kendileri… Türkiyede özgürlük bırakmadılar. 

 

Zafer çağlayan biliyor muydu?

 

Konuşmamız böylece son buldu, ben öğlen namazına katılamadığım için, namaza kaç kişi katıldı vaaz verildi mi? Verildiyse Türkçe mi? İngilizce mi? Afrikanca mı? Hangi dilden oldu? Bunların  hiçbiri hakkında bilgi edinemedim. Bildiğim tek şey, eğer ben Güney Afrikalıların yerinde olsam, çocuğumu bu okula göndermeden önce, okuldaki öğretmenlerin niteliklerini, iş deneyimlerini araştırır, eğitimdeki müfredat programını iyice inceler, çocuklara ne öğretilecek? Kimler tarafından neler anlatılacak? Bu sorulara yanıt arardım... 

 

Merak ediyorum, acaba cami ve külliyenin açılışını yaparken, Zafer Çağlayan bu soruların yanıtını biliyor muydu?

 

Kurdeleyi kesen şaibeli” eski Cumhurbaşkanı Zumanın ise bunlarla ilgili olduğunu hiç sanmıyorum, çünkü kendisinin çok eşli oluşuna yasaların izin verip vermediğini sorguladığım bir Güney Afrikalı bana şöyle dedi:

 

-Bunun bizdeki yasalarla ya da Zumanın dini inançlarıyla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Burada resmi evlilik ancak bir kişiyle yapılabilir. Boşanmadan ikinci evlilik yapamazsın. Zuma zaten önceki yıllarda tecavüzden de yargılanmıştı…Ne yazık ki ülkemiz için tam bir kara leke oldu. 

 

Aslında Güney Afrikada, resmi nikahsız evlilik” için bizdeki başlık parasına benzer, Lobolo” denen bir uygulama varmış. Bir kızı ailesi en az 10 büyükbaş hayvan karşılığında damada verebilirmiş. Demek eğer Zuma karılarına Lobolo verecek olsa, ülkede büyükbaş hayvan bırakmayacaktı!

 

                Zapiro’nun Zuma karikatürleri

Zumanın tecavüzü duşla savunması—

 

Zuma ile ilgili öyküler bitip tükenmiyor, tecavüz davası da ilginç. Belli ki Zuma, partisi ANC tarafından korunuyor, tecavüz ettiği kadınışikayetleri mahkeme tarafından dikkate alınmıyor. Mahkeme, kadının HIV virüsü taşıdığını, evli erkeğin HIVli birisiyle ilişki kurmasının yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek Zumayı yargılıyor. Zuma duruşmada ama hemen sonra duş aldım” diye kendini savunuyor. Ünlü karikatürist Zapiro o andan itibaren Zumayı sürekli başında duş aparatıyla çizmeye başlayınca, Zuma karikatürist hakkında 7 milyon randlık hakaret davası açıyor.

 

                 Osmanlı konsolosu Mehmet Remzi

Konsolos Mehmet Remzi

 

Nizamiye Camii ile ilgili araştırmam sırasında, Türkiyenin Osmanlı döneminde Güney Afrikaya atanan ilk konsolosu Mehmet Remzi Beyin acı öyküsüne de rastladım. (****) Remzi Beyin naaşıölümünden bir asır sonra, sahte belgelerleJohannesburgdaki mezarından çıkarılıp, Nizamiye Camiindeki mezarlığa defnedilmiş. Ailesinin itirazı ve mahkemeye başvurması sonucunda naaş Remzi Beyin ölümünden 106 yıl sonra mezardan tekrar çıkarılıp Johannesburga geri götürülüp defnedilmiş.

 

              Mehmet Remzi’nin naaşı taşınıyor

-Demek ki yaşayanlara çile çektirdikleri yetmiyormuş gibi şimdi ölülere de mi el attılar?

 

Diye düşünmekten kendimi alamadım.

 

İşte böyle dostlarZaman zaman karşımıza Diyanet eliyle adını bile duymadığımıülkelerde yapılacak camiler için bağış çağrısı yapılıyor ya… Aklınızda bulunsun

 

 

(*)https://www.indexmundi.com/south_africa/religions.html

(**)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Niz%C3%A2m%C3%BClm%C3%BClk

(***)https://m.yeniakit.com.tr/biyografi/ali-katircioglu

(****) https://www.aa.com.tr/tr/dunya/osmanli-diplomati-mehmet-remzi-beyin-naasi-11-yil-sonra-yeniden-eski-mezarinda/2481424

 

Cuma, Eylül 23, 2022

Pretoria notları (2) Cumhurbaşkanı tuvalet temizler mi?



  
  Zuma eşleriyle birlikte 70 Yaş kutluyor 

Pretoria ilginç bir yer, kimi özellikleriyle bize çok benziyor, kimi zaman da “ne tuhaf” dedirten yanları var. Hiç bilmediğim, görmediğim kuşlara rastladım burada. Şu “ömür boyu tek eşle yaşayan Hadeda Kuşları”ndan (*) söz ediyorum. Sabahın en erken saatlerinde onların cırlak ötüşleriyle yataktan fırlıyorsunuz:


-Ha-ha-de-da, ha-ha-de-da… -Hadi kalk, hadi kalk- diye ötüyorlar sanki.


İnsan sinir oluyor, aslında yeşilliklerde bu kocaman kuşları çok sık görüyorsunuz, yine de sabah saatinde bir Hadeda’ya rastlarsanız şöyle bir söylence varmış, onu unutmayın:


-Yaşamında yeni bir sayfa açılacak, görevini  ihmal etme, dostlarını ara



        Vink kuşunun yuvası


Bir de bu civarın ünlü Vink kuşları (**) var. “Çok eşli!” Vink erkeğinin eş bulma arayışı çok ilginç. Çiftleşme mevsiminde  tüyleri parlak sarıya dönüyormuş ve habire yuva yapma işine girişiyormuş, çünkü çiftleşme mevsimi boyunca 20’ye yakın eş edinecekmiş, bunların hiç olmazsa 5-6’sı için yuva hazırlıyormuş ağaçlarda. Vink kuşu “dünyada düğüm atmayı beceren tek kuş”muş, çer çöp toplayarak yaptığı, deve kuşu yumurtasını andıran yuvalar o kadar ilginç ki, dallardan sarkan nicesini görmek mümkün. Yalnız eğer Vink, dişiyi yuvaya gelmeye ikna edemezse sinirlenip, yaptığı yuvayı darmadağın ediyor ve ardından yeni yuva inşaasına başlıyormuş:


-Mübarek, TOKİ müteahhidi midir nedir?


Diyesim geldi. 


——Zuma tuvaletini temizlemedi—


Aa, Vink kuşlarının “çok eşliliği”nde söz ederken nedense aklıma Güney Afrika Cumhuriyetinin ev hapsindeki eski lideri Zuma geldi. Yüklü miktardaki silah alımları için rüşvet kabul etme, sahtekarlık, kara para aklama gibi suçlardan yargılandığı halde hakim karşısına çıkmamakta direnmişti, bunun üzerine mahkeme şöyle bir yol bulmuştu:


-Hukukun işleyişine engel olmaktan cezalısın; 15 aylık hücre cezanı çekeceksin.


               

Zuma yargılanma sürecindeki onca direnişin ardından çaresiz kalıp hapse girmişti. Hatta hapishanede “kendi yatağını toplaması, hücresini ve tuvaletini temizlemesi” de şart koşulmuş, ama Zuma, “halim yok, yapamıyorum” diyerek asla bu sorumluluğunu yerine getirmemişti. Üstelik de 2 aydan kısa sürede “uydurma” sağlık gerekçeleriyle hapishaneden çıkıp evine dönmeyi başardı. 


-Zuma’nın eve dönüşü nasıl oldu? 


Diye soruyorsanız mutlaka  “23 çocuğu birden!” babalarının dönüşü şerefine büyük bir parti vermiş olabilir diye düşünüyorum. Acaba diyorum:


-Zuma evine döndüğünde 7 karısından  hangileri karşılamada hazır bulundu? 


Belki de karılarından hiçbiri  Zuma’ya “hoşgeldin” demeyi istemedi. Zaten biri ölmüş, bir diğerini  “beni zehirleyecekti” diyerek mahkemeye vermiş, çocuklarıyla birlikte uzaklara sürgün etmişti. Kendisinden 52 yaş küçük son eşi Nonkanyiso Conco ise zaten bu yakınlarda Zuma’yı terk etmişti. (***)


                                             Zuma’nın 52 yaş küçük son eşi 


Zuma bu çok evlilik, 23 çocuk konusuna, “bence bütün erkekler çok eşli ama bunu gizliyorlar, bense bunu göğsümü gere gere söylemekten korkmuyorum” diye kılıf uydurmuştu, “80’ine merdiven dayadığı dikkate alındığında ne demek gerekiyor? bilmiyorum. 


—gazetecilere düşman—


Fakat ev hapsindeki eski lider, evde bile boş durmuyor, kendisini hapse atan hakimleri ve gazetecileri tehdit edip, art arda davalar açıyor yolsuzluklarını unutturmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. O kadar ki yolsuzluklarını ve yargılanma sürecini en yakın takip eden gazetecilerden biri olan Karyn Maughan’ı bile Zuma tehdit etmiş, 23 çocuğundan biri olan kızı ile ünlü gazeteciye mesaj bile göndermiş:

                            Zuma’nın Karyn Maughan nefreti



-Seni hücreye tıktıracağız, turuncular sana çok yakışacak.


Oysa Karyn Maughan adli konularda uzmanlaşmış, Zuma davasını çok yakından izleyen bir isim. Zuma’nın gazeteciye açtığı dava, “benimle ilgili tıp raporunu hukuksuz ele geçirip yayınladı” tezine dayanıyor. Yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet konularında mahkemeye çıkmayan,  doğru dürüst bir açıklama yapmayan, bu iddiaları çürütecek bir kanıt sunamayan Zuma anlaşılan o ki gazetecileri hapse arttırmaktan medet umuyor. 


Nedense bunlar bana hiç şaşırtıcı görünmedi! Sanki dejavu yaşıyormuşum gibi hissettim Pretoria’da…


Ne yazık ki sözde! demokrasilerde “halkın seçtiği! ve ısrarla iktidarda tuttuğu bu kirli isimler,” devleti-halkı soymakta, cahil bırakmakta çok becerikli, hele hele din perdesinin ardına sığınma gibi usulleri öyle başarılı uyguluyorlar ki… “Bu kabus gibi liderlerden kurtuluş nasıl olabilir?” Sorusunun yanıtını klasik siyaset bilimini yazan kitapların tozlu sayfalarında bir türlü bulamıyorum.


-Sen kendini oralarda da mı karamsarlığa kaptırdın? Çık gez biraz


Dediğinizi duydum…


Çıkıp gezmek o kadar kolay değil, sizlerle yüzde 10’luk zengin beyaz kesimin dikenli teller-yüksek duvarlar ardında geçen lüks yaşamına ilişkin notlarımı paylaşmıştım, bir de madalyonun öbür yüzüne bakmak, fakir semtlere örneğin Mamelodi’ye (****)  gidip resim çekmek istesem de, “çok tehlikeli olur” diyen Uber şoförlerini hatta rehberleri de henüz ikna edebilmiş değilim.


Ben de marketleri, AVM’leri, sokakları, parkları dolaşmakla yetindim dün, sizinle de paylaşayım çektiğim resimleri. 


Lüks AVM’ler bomboştu, kitapçılara bakayım dedim, raflar Hıristiyanlık ve “kurtuluş nasıl olabilir” temalı kitaplardan geçilmiyordu, Nadine Gordimer’in (*****)  kitaplarını da aradım, bulamadım!


                                              AVM ler  boş


Ha, unutmadan Pretoria’da işsizlik yüzde 33, enflasyon yüzde 10, nüfusun sadece yüzde 10’luk beyaz kesimi yıllık gelirin yüzde 90’ına el koyuyor, iş bulabilenler  kağıt üzerinde 3500 randlık asgari ücreti alsa da bu parayı patronlar hep eksik yatırıyormuş. İktidardaki ANC, yani bir zamanlar Zuma’nın başında bulunduğu parti, ülkeyi çeyrek yüzyıldan beri çoğunlukta kalarak yönetiyormuş! Bunlar da Güney Afrika’nın sayılarla durumu…


Şaşırdınız mı? Yoksa dejavu sırası şimdi sizde mi?


https://en.m.wikipedia.org/wiki/Hadada_ibis

Salı, Eylül 20, 2022

Pretoria notları (1) N’olcek bu Güney Afrikalıların hali?






Güney Afrikalılar da bizim gibi yolsuzluklardan, adaletsizlikten, hayat pahalılığından şikayet edip, “ne olacak bizim halimiz?” Diye sora dursun, bugün başkent  Pretoria’da (*) beyaz azınlığının yaşadığı mahalleleri biraz arşınladım. Her yere sessizlik hakimdi. Sabahın erken saatlerindeki sessizliği, rastladığım “hadida kuşları” (**)  cırlak ötüşleriyle bozdu.


Aman aman aman, o ne lüks, o nasıl bir ihtişam. Evlerin her biri küçük birer saray yavrusu maaşallah. Ne var ki, resimlerde de görüldüğü gibi, “saraycıklar”ın hepsi yüksek duvarlarla çevrili birer hapishaneyi çağrıştırıyor. Duvarların tamamını kaplayan dikenli tellere elektrik verildiği, bunun çok tehlikeli olduğu da uyarılarda belirtiliyor. Saraycıkların önündeki silahlı nöbetçi kulübeleri de cabası. Kimi sokaklara giriş yasak, ancak orada oturanların otomobille girişine izin veriliyor. 




-Demek beyaz ahali bu derece güvenlik endişesi duyuyor, can korkusu yaşıyor, o yüzden sokaklarda in-cin top oynuyor, köpek gezdiren bile yok.


Diye düşündüm. Kim bilir? Yüzyıllardır sürdürdükleri sömürgeciliğin ardından, belki de beyazlar ektiklerini biçiyor.


-Nasıl yani? Zenginler  kendilerini altın kafeslere mi kapatmış?

-Aynen öyle… Güney Afrika nüfusunun sadece yüzde 9’unu oluşturan beyazların toplam milli gelirden aslan payını  (yüzde 80-90) aldıkları  dikkate alınırsa, eğitimsiz, işsiz, fakir halk üzerinde  yarattıkları öfkeyi-nefreti tahmin etmek güç değil.

-Peki, yüksek duvarların üstünü kaplayan dikenli tellere verilen elektrik beyazları ne kadar koruyabilir? 


Onu ben de bilmiyorum, fakat dün bindiğim Uber’in “beyaz!” Şoförü bana şunu söyledi:


-Artık burada yaşamak giderek zorlaşıyor. Her yıl ülkeyi beyaz nüfustan yüzlerce insan terk ediyor, üstelik bunlar eğitimli, mesleği olan insanlar. Genellikle Kanada, ABD tercih ediliyor. Biz de yakında Kanada’ya göç etmeyi planlıyoruz. Kalanlar ise genellikle eğitimsiz, niteliksiz olanlar. Zaten siyah nüfusun eğitim düzeyi çok düşük. Ülke yönetimi onların eline geçtiğinden bu yana ne doğru dürüst yatırım yapabildiler, ne var olanı koruyabildiler. Sonucu siz de fark etmişsinizdir, 8-10 saatlik elektrik kesintileri yapılıyor. Böyle bir ortamda sanayi, üretim mümkün mü?


Genç şoför karamsar bir ifadeyle bunları anlatırken 1 ABD Dolarının 10 yıl kadar önce 1 Afrika randına eşit olduğunu, şimdi 18-20 rand düzeyine fırladığını, yabancı yatırımların ülkeyi terk ettiğini de sözlerine ekledi. Arabadan inerken bana son sözü şu oldu:


-Sakın herhangi bir taksiye binmeyin, mutlaka Uber tercih edin, çünkü Uber sadece sabıkası  olmayanlara faaliyet izni veriyor. 


—-Mandela boşuna mı yattı?—


Bütün bu tablo karşısında 15. Yüzyıldan bu yana süren “sömürge sistemi”nin ülkeyi ve halkını silindir gibi ezip geçtiğini, yıllarca uygulanan ırkçı politikalar (apartheid) yüzünden eziyet çeken aydınların ve hatta 30 yıl hapis yatan efsanevi lider Mandela’nın “boşa mı kürek çektiğini” sorguluyor insan.


Gel gelelim siyahi çoğunluk yaşanan ortamdan pek rahatsız olmasa gerek ki, 2024 yılında yapılacak seçimde de mevcut yönetimin devamı için oy kullanacakmış, anketler ANC yönetiminin yüzde 50’den fazla oyu olduğunu gösteriyormuş. (***)



Lüks mahallelerde bunları düşünerek ilerlerken şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştım. Üstü başı dökülen bir siyahi kadınla erkek, çimenlere uzanmış dikkatle beni izliyordu, “belki eski eşya-elbise-ayakkabı veren olur” diye gelmişler, neyse ki silahlı korumalar, tepki göstermeyip, orada bir kaç saat bulunmalarına izin vermiş. Aynı dili konuşup anlaşamadık, eğer mümkün olsa soracaktım:


-İşlerin giderek daha kötüye gittiği bir ortamda aynı lidere oy vermenin mantığı ne?”


Gazetelerden birinde yer alan lidere hitap eden “açık çağrı”  ise çok dikkatimi çekti: Lider Cyril Ramaphosa’ya seslenen işadamı Mark Barnes, “Kabineni değiştir, altyapı yatırımlarına ağırlık ver, yabancı sermayeyi teşvik et, sosyal kalkınmaya kaynak tahsis et”  (****) diyordu.


Sözün kısası, buralarda işler hiç iyi gitmiyor.  Rüşvetten yolsuzluktan yargılanan ama mahkemeye çıkmayı reddeden bir önceki lider Jacob Zuma biliyorsunuz sadece 2 ay hapis yattıktan sonra  “sağlık nedenleriyle” evine gönderildi. 


Bu durumu protesto eden göstericiler, yolsuzluk karşıtı pankartlarla  adaletsizlikten şikayet ediyordu. Kim bilir? Belki adalet mekanizması da Zuma’nın 23 çocuğundan biri! olan oğlu Edward’ın, “Babamı benim cesedimi çiğnemeden hapse atamazlar, yoksa çok kan akıtırım” tehdidinden çekinmişti.


(*) https://www.britannica.com/place/Pretoria

(**) https://en.m.wikipedia.org/wiki/Hadada_ibis

 (***) https://businesstech.co.za/news/government/620503/poll-data-reveals-anc-could-get-50-in-next-elections/

(****) https://www.dailymaverick.co.za/article/2022-09-18-an-open-letter-to-the-president-cyril-ramaphosa/


Narin ile Ali’nin Öyküsü

 






Eylül ortasındayız ama hala süren boğucu sıcak ve ülke genelinde hepimizin tepesinde hüküm süren “yüksek basınç” sizi de zaman zaman yaşamınızdan bezdirmiyor mu?


-Evet ya, biraz havamız değişsin, festivaller olsun, konserlere gidelim müzik filan dinleyelim derken onlar da art arda iptal ediliyor, sanatçılara gözdağı veriliyor. Durum bu…


İyisi mi kitaplara sığınmalı.


İşte tam da bunları düşünerek bir türlü düzene koyamadığım kitaplığımızda çabalarken, “yeni çıkanlar”dan, Alim Gürerk’in kaleme aldığı roman geçti elime; 


 ”Narin ile Ali’nin Öyküsü” (*) 


İstanbul’da Ermeni-Türk aileler arasında derin dostlukların, samimi muhabbetlerin yaşandığı yıllarda, o sıcak komşulukların arka planını kaplayan bir aşk öyküsü… Kimi zaman çıkmaza giren bu vazgeçilmez aşkın öyküsü, bir ara 6-7 Eylül olayları (**) ile gölgelenen İstanbul’u, siyasi gelişmeleri, insan ilişkileri ve  sosyal atmosferi ile o kadar güzel canlandırmış ki, hele bir de “nostaljiye tutkunuz varsa” -okuyun- derim, pişman olmaz, hoşça vakit geçirir, üzerinde epey de düşünürsünüz. 


Roman o yılların siyasi atmosferine, aile ilişkilerine gerçekçi bir bakışla yer verirken zaman zaman mutfaklara girmeyi de ihmal etmemiş, ünlü Ermeni mezesi “Topik,” okurun ağzını sulandıracak biçimde sayfalarda yerini almış. Ben de bugüne değin hep duyduğum ama denemeye bir türlü cesaret edemediğim  mezenin tarifini, romana biraz ara verip inceledim. (***)


Roman pek çok özelliğiyle benim de yakından izlediğim Türk-Ermeni sorununa “sokaktaki adamın gözü” ile yaşanmış olaylar, ayrıntılar yoluyla farklı bir bakış getiriyor. 


Hepimiz yaşıyor ve gözlemliyoruz, kimi konular artık Türk toplumu için birer birer  “tabu”ya dönüştürülüyor. Bence Ermeni sorunu baş sırada.


-Eh Recep Tayyip Erdoğan bir zamanlar Türkiye Başbakanı sıfatıyla, -Affedersiniz bana bile Ermeni dediler- söylemini kullandıktan sonra daha neyi tartışalım? (****) Diyorsunuz değil mi?


—Alim Gürerk’in düşünceleri—





Şimdi, okumak isteyenlerin keyfini kaçırmamak adına, Narin ile Ali’nin Öyküsü romanının “askeri kimliği de bulunan” yazarı Alim Gürerk ile yaptığımız söyleşiye yer vereyim:


SORU: Bu tutkulu aşkın öyküsünü irdelemek nereden filizlendi? 

 

GÜRERK: Türk-Ermeni anlaşmazlığının, koskoca bir asır boyu sürüp giden bir kin ve nefrete dönüşmesi beni hep üzdü, çok da düşündürdü. Bu kangren olmuş yaraya ait iki soru hep yer etti kafamda. Birincisi: Bu karşılıklı öfke kin daha ne kadar sürecek?” İkincisi ise: Bu nefret niye sürekli ve kimler tarafından yeniden üretiliyor? Doğduğum, büyüdüğüm mahallede beraber top oynadığım arkadaşlarımla, onların anne ve babalarıyla, ne benim ne de ailemin olumsuz bir anısı olmadı. Sadece bizde değil, diğer ailelerde de durum farklı değildi.Delikanlılığa geçtiğim yıllarda, Kuleli Askeri Lisesi’nin Boğaza bakan terasında akordeonu ile günün melodilerini çalıp, biz öğrencilere ça-ça yapmayı öğreten, ergenlik sorunlarımızı çözmemizde yol gösteren sınıf subayımız yedek Teğmen Yetvart’ın yaklaşımını unutmam asla mümkün değil.  

SORU: Bu ortam sizce nasıl bozuldu?

GÜRERK: Ermenilerin, 26 Ağustos 1071’de, Malazgirt’te, Alparslan’ın Bizans’ı yenerek, Türklerin Anadoluya girmesinde önemli katkıları oldu. Osmanlı İmparatorluğunda ise artık onlar ‘Millet-i Sadıka’ diye adlandırılmaya başladılar. Darphane Müdürlüğünden kuyumculuğa, saray ressamlığından Dışişleri Bakanlığına, musikiden tiyatroya, mimariden tıbba, Dolmabahçe Sarayı’ndan Çırağan’a kadar birçok dalda unutulmaz ve değerli eserlere imza attılar.Ne olduysa, 1915’te oldu ve Ermenilerle Türkler arasındaki bu tarihi bağlar adeta silindi. Bin yıla yakın bir süre birlikte, iç içe yaşamış, kız alıp vermiş bu iki millet, birbirinden koptu ya da koparıldı. Bugüne kadar da bu kopukluk sürdü gitti.

SORU: Yalanlar ve gerçekler arasına sıkıştı iki toplum değil mi? Hatta giderek tabulaştı bu kadim sorun?

GÜRERK: İnsanların kendi aralarındaki ilişkilerde olduğu gibi milletler arasındaki  ilişkilerde de yalanlar zehirleyici sonuçlar yaratıyorlar. Bu kitabı yazmaya çaba gösterdiğim sekiz yılda, amatörce yaptığım araştırmalarda iki tarafın da birbirine yalan yanlış ve de kurgulanmış sayısız suçlamalarına, yalanlarına rastladım.

Uzun seneler dostça yaşanan bir dönemden sonra iki halkın üzerine çöken yüz yıllık zifiri karanlığı sonlandırma zamanı  artık gelmiştir. Bu yalanları çürütmek, gerçekleri ortaya çıkarmak gerekmektedir. Türk ve Ermeni halklarının aslında birbirine çok uzak olmadığını ve benzer yaşam tarzları olduğunu düşünüyorum. 

Dileğim, bu iki halkın eskisi gibi dostça, kardeşçe yaşam sürdürmesi.

Keşke öyle olsa” diyorum ve topik eşliğinde kadehlerimizi bu kadim dostlukların şerefine kaldıralım istiyorum ben de… 

 (*) https://www.kitapyurdu.com/kitap/narin-ile-alinin-oykusu/623078.html

(**) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/6-7_Eyl%C3%BCl_Olaylar%C4%B1

(***) https://yemek.com/tarif/topik/

(****) https://m.bianet.org/bianet/toplum/157616-erdogan-afedersin-ermeni-diyen-oldu


Alim Gürerk Kimdir?


http://alimgurerk.blogspot.com/p/biyografi.html


Perşembe, Ağustos 18, 2022

“Cennetten gelen!” tatlı


 

Bu resim (*) yıllar önce  İran’la savaş sırasında ölen askerlerin anısına yapılan “Şehitler Anıtı”nın önünde Bağdat’ta çekilmişti… 


-Ne kadar zarif bir yapı değil mi?


Gazeteciler aslında sürekli güncelin peşinde koşsalar da, olayların ötesinin de tanığıdır, sokaktaki adamdan farkları, gözlemlerini kayda geçirmeleridir. Şimdilerde artık neredeyse herkes sosyal medya kullandığı için “zaman tanıklıkları” iyiden iyiye yaygınlaştı, yani yaşananlar “silinmez” hale geldi.


George Orwell’in unutulmaz romanı 1984’deki gibi (**)  eğer başımızdakiler! beğenmedikleri kimi olayları tarihten kazıyıp yok etmeye kalkışmazsa, bundan böyle, yaşanmışlıklar asla tarihin derinliklerine gömülüp gidemeyecek, ne hiyeroglifleri, ne çivi yazılarını çözmeye uğraşacağız, ne de kaybolup giden parşömenlere yazılı antik metinler için hayıflanacağız.


“Savaşın eşiğindeki” Bağdat’a 2 binli yıllarda art arda yaşanan krizler sırasında o kadar çok gidip gelmiştim ki, bir zamanlar “Orta Doğunun Paris’i” diye anılan güzelim kent, benim için “komşu kapısı” olmuştu, Irak mutfağını damağım iyice benimsemiş, “makam” diye anılan, udun başrolde olduğu müzikli buluşmaları bile izlemiş, pek çok dost edinmiştim. Dicle Nehrinde avlanıp tahta şişlere gerilerek odun ateşinde pişirilen o nefis mazguf (yayın) balıklarının tadı hala damağımda. Her sofranın vazgeçilmez giriş yemeği olan humus da… 


Yemeğin üstüne “mırra” (***)  eşliğinde ikram edilen Süleymaniye’ye mahsus, kakuleli “Min El-Sama” (****) (cennetten gelen demekmiş!) tatlısını ise sadece  o topraklarda tadabilirdiniz. 


-Neden? Başka yerde yapılamaz mı? 


Diye soruyorsanız bir gün etraflı anlatırım. Kuzey Irak’ta, Süleymaniye’de belli aylarda “mucizevi bir şekilde” ağaç yapraklarına gökten dökülen özel serpinti, bu tatlının ana maddesiymiş. Kutularda una veya nişastaya gömülü saklanan bu nefis tatlı, kutudan çıkarılıp, uzunca bir süre dışarda bırakıldığında yine mucizevi bir şekilde eriyiveriyordu.


Her yanı hurma ağaçları, palmiye koruluklarıyla bezeli güzelim Bağdat’a yolu düşenlerin sanırım aklında yer eden bir görüntü de, kentin pek çok yerine adeta birer mücevher gibi serpilmiş, küçük kubbeleri mavi mozaikle kaplı camilerdi. Gece-gündüz bu camilerden duyulan (hoparlör kullanılmazdı o zamanlar!) o hazin ama davetkar ezan sesi herkesi nasıl etkilemesindi? 


Ancak ezan da dualar da Saddam’ın düşüşünü engelleyemedi, ABD ve kuyruğuna takılı uyduları sayesinde Bağdat yerle bir edildi. 


Çok görmek istesem de, o taraflara yolum uzun zamandır düşmedi, kim bilir şimdi bu güzelliklerden geriye ne kaldı?


Camiler dedik de aklıma geldi, geçenlerde Mimar Sinan’la ilgili bir kitaba (***) yoğunlaşmıştım, her sayfada bu büyük dehaya bir kez daha hayranlık duyuyordum, bir yandan da sürekli kendime sorup, durdum:


-Yahu -Osmanlı Torunuyuz- diye övünenler aslında Mimar Sinan’dan hiç mi feyz almamış? Ne oldu, nasıl oldu da biz mimariden sahne sanatlarına, şehir plancılığından müziğe her konuda bu kadar geriye gittik?  


Kimileri şimdi “sen ülkede geriye gidişi yine son 20 yıla getirdin dayadın” diye kızıyorsa, onlara önerim şu. 


-Gelin, başkentin Gölbaşı ilçesinde küçük bir gezinti yapalım, Mimar Sinan şaheseri camilerden sonra karşınıza çıkan şu görüntüleri bir de siz değerlendirin olmaz mı? Ha, içinizde “uzağa gidemeyiz” diyen varsa, buyursun aşağıda paylaştığım fotoğraflara bir baksın. Yorum onların…






(*) Fotoğraf Gazeteci Ümit Bektaş tarafından 4 Mart 2002’de çekildi

(**) https://bennursunerel.blogspot.com/2022/07/1984-bizi-mi-anlatms.html

(***) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1rra

(****) https://medium.com/@ev.erdogdu/a-heavenly-dessert-inspiring-unity-in-iraq-9f7c73001530

(*****) Mimar Sinan: Tarihsel ve Muhayyel, Uğur Tanyel, İş Bankası Yayınları

Not: Bağdat izlenimlerimi Hamamböceği Sendromu başlığıyla Remzi Yayınevinden çıkan kitabımda toplamıştım. N.E.

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...