Bu Blogda Ara

Pazar, Nisan 10, 2022

Atatürk’ten Erdoğan’a miras!

 


 

Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde kurulu Aksaraya geçenlerde bir meslektaşımla birlikte gitmiştim. 

 

-Ayol, Cumhurbaşkanı değildi herhalde muhatabın, oralarda ne işin vardı?

 

-Dediniz, doğru… Mahalle muhtarı değilim, partili hiç değilim, zaten kendisine yakın medyada da çalışmıyorum, Cumhurbaşkanı beni niye kabul etsin? 

 

Bağımsız gazeteci kimliği” ise Beştepede zaten tanınmıyor! 

 

İnanmayacaksınız ama, güvenlik önlemlerinin had safhada olduğu binaya girişte, basın kartımızı sunduğumuz görevli, başka kimliğiniz yok mu?” Diye ters ters bakıp, kartımızı iade etmesin mi? Kartıüstünde Cumhurbaşkanlığı amblemi var!” deyişimizi duymazdan gelip, ancak ehliyetimizi görünce lütfedip bizi içeri aldı… Belindeki tabanca ve kamuflaj giysisiyle camın arkasındaki hanım görevli öyle ürkütücü duruyordu ki, vallahi korktum” desem inanır mısınız?

 

-Ne için gittiniz peki?

 

Diye merak ettiyseniz, söyleyeyim, önceki yıllarda birlikte çalıştığımız bir meslektaşımıza ziyarete gittik.

 

Sayısız resmi arabanın yer aldığı, ucu bucağı görünmeyen otoparklardan geçtik, bilmem kaç odanın sağlı sollu sıralandığı koridorları arşınladık ve eski dostla, İlnur Çevikle (Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanı)  sohbete daldık… Sohbet dediysem, havadan sudan konuşmalar… Ha, bir de yıllardır hobi olarak sürdürdüğü bitki düzenlemelerini bize gösterdi. Cam fanuslara mini köprüler, şelaleler yerleştirmiş, elektrik düzeneği eklemiş, yemyeşil bitkilerin arasından akan sularla adeta cennet bahçeleri” yaratmış, doğrusu hayran kaldık. 

 

Bir acı kahvesini içmeye” gitmiştik ama, sağolsun yemeğe de bizi bırakmadı, tabldota hep birlikte kaşık salladık. Ay, merak ettiniz değil mi? Ezo Gelin çorbası, somon ızgara, ve irmik helvası” vardı tabldotta

 

Kendisi itiraz etmediği için sosyal medya hesaplarımda resimlerimizi paylaştım, epey yorum yapıldı. (*) 

 

-Tabldotta somon mu olur? Kim bilir kaça mal olmuştur!” diyen de oldu, şimdi “İlnuru oradan gönderirler” diye şom ağzını açan da

 


Yahu, Atamız tarafından bizlere, yani Türk halkına miras kalan 55 bin dekarlıçiftlik arazilerinin küçüle küçüle neredeyse 20 bin dekarlara gerileyip kuşa dönüşünü, hatta sadece resmi kurumlara değil, özel kişilere bile! peşkeş çekilişini” hiç sorguladık mı bugüne kadar da, tabldottaki somonu” konuşuyoruz? Üstelik üst mahkemelerden defalarca alınan yürütmeyi durdurma” kararlarına rağmen…  (**) 

 

Şimdi de ben size sorayım: 

 

-Pekala, bütün bu usulsüzlükler sizce neden yaşanıyor?

-Neden bunca zamandır sessiz kaldınız?

 

Acaba diyorum, Atatürk’ün vasiyetnamesinin eklerinde yer alan Atatürk Orman Çiftliği arazilerinin tapu senetleri sonradan kaybolmuş, zaten bu arazilerin bağışlanması vasiyetnamede değil de Atatürk’ün imzasını taşıyan bir tezkerede yer alıyormuş” dedikodularına mı inandınız?

 

Bakın, lafı uzatmaya hiiiç gerek yok aslında, şu anda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğana bağlı olarak çalışan Devlet Denetleme Kurulunun resmi kayıtlarında yer alan, önceki yıllara ait şu rapordaki ifadeye bakın yeter, her şeyi “şıp diye” anlarsınız:

 

Atatürk’ün, Çiftlik Müdürlüğü arşivlerinde korunmasını emrettiği tapu senetleri, 1996 yılında Kültür Bakanlığının bir yetkilisince rastlantı sonucu İstanbulda sahaflarda bulunmuş ve Devlet arşivlerine kazandırılmıştır. Bu senetler çok eksiktir.Atatürk’ün kamu kurumlarına ya da kişilere devrettiği parsellere ilişkin senetlerin bütününe ulaşılamamaktadır. Mülkiyet değişiklikleri konusundaki bilgiler yetersiz olduğu için satılan topraklar tam olarak belirlenememektedir.” (***) 

 

Üzüldünüz, hatta kahroldunuz değil mi?

 

Ben de… 

 

Hatta bu yazıyı yazarken, doğma büyüme bir Ankaralı olarak “çocukluğum” gözümüönünden geçti. Güzel havalarda haftasonları, Sıhhıye istasyonundan komşularla birlikte trene binip Atatürk Orman Çiftliğine pikniğe giderdik. Piknik sepetleri herkesin kolunda, tepeye tırmanılır, yemyeşil ağaçların gölgelediği huzurlu bir alana kilimler serilip yerleşilirdi… Sonrasında sepetler açılır, piknik masalarına, ya da kilimlere yayılan örtülerin üstüne çeşit çeşit zeytinyağlılar, kuru köfteler, börekler yerleştirilirdi. Ateşi yakıp, ızgara hazırlığı yapmak ailedeki erkeklerin işiydi. Sonrasında semaverde demlenen çay, sıcacık sohbetlere kapı açardı.

 


Çocuklardan büyükçe olanlar, izin çıkarsa Karadeniz Havuzuna yüzmeye gider, biz küçük kızlar evcilik oynardık, oyuncak paylaşımında tartışıp birbirimize küstüğümüzde, anneler bizi şu sözle barıştırırdı:

 

-Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi?

 

-Bilmem siz bu atalardan kalan söz” için ne dersiniz? Peki, Atamızın halkına vasiyet olarak bıraktığı çiftlik arazilerinin bunca yıldır yağma edilişi sizce hak mıdır, adalet oralarda hiç mi işlemez?   

 

(*) https://www.facebook.com/540002869/posts/10159631678852870/

(**) http://www.mimarlarodasiankara.org/_media/14/13277.pdf

(***) http://www.aocmucadelesi.org/_media/3/2583.pdf

Çarşamba, Mart 30, 2022

Sedef Kabaş: Bir canım kaldı, daha ne bedel ödeyebilirim?

 



Cumhurbaşkanına hakaret, Türkiye’de 4 yıla kadar hapis bedeli ödeten tehlikeli suçlardan biri, bu suçtan son yıllarda tam 128 bin kişi yargılandı. Pek çok gazeteci yazdıkları haberlerden, çizerler karikatürlerinden, gençler attıkları tweetten, göstericiler açtıkları pankarttan mahkemelere düştü, pazarcılar patlıcana koydukları etiketten bile sorgulanırken, pahalılıktan şikayet eden yaşlı teyzeler  gözaltına alındı. Sedef Kabaş ise “paylaştığı bir atasözü nedeniyle” tutuklanıp,  49 gün hapis yatarak bu zincire dahil oldu. 


Kabaş’la Ankara’da Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği konferansta bu 49 günün öncesi ve sonrasını değerlendirdik, “Bir canım kaldı” diyen Kabaş, “ama haksızlık karşısında asla susmayacağım” sözüyle korkmadığını dile getirdi.

Peki neydi Sedef’i bir gece saat 02.00’de gözaltı sürecine ve 49 gün hapiste yatmaya  götüren olay? Kabaş, Uğur Dündar’ın programında Cumhurbaşkanının birleştirici güç olması gerektiğini anlatırken, hani -taçlanan baş akıllanır- derler ya, bir de bunun tersini söylerler diyerek, bir atasözünü biraz değiştirmiş -büyükbaş saraya girince kral olmaz, saray ahır olur- demişti, yayından sonra yandaş medya ve trollerin hedefi oldu, tam da Sezen Aksu için,  Erdoğan’ın -dilini koparırız- dediği günlerde. O da bir tweet atarak  -bu sözler bana ait değil, bir Çerkes atasözüdür- dedi.

Sen misin bunu yapan? Savcılar hemen harekete geçti ve infaz süreci başlatıldı. Sonrasını söyleşimizden aktaralım. 


SORU: Herkesin merak ettiği şu: Sedef neden hedef oldu da böyle bir cezaya reva görüldü? 

KABAŞ: Gazetecinin hapsedilmesi artık Türkiye’de haber değeri taşımıyor. Sıradanlaştırıldı. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Ama benim olayım neden istisna? Dünyanın hiçbir yerinde,  demokrasinin az buçuk işlediği bir ülkede bile bir atasözü hakaret değildir, olamaz. Karikatürler, atasözleri, fıkralar neden vardır? Yıllar öncesinden süzülür ve anonimdir. Dünyanın hiçbir yerinde bir atasözünden, bir masaldan dolayı biri hapsedilemez. Eğer herhangi biri hapsediliyorsa orada demokrasinin D’sinden, hukukun H’sinden, basın özgürlüğünün B’sinden bahsedilemez. Bir atasözünden gazeteciyi hapsetmiş ilk ve tek ülkeyiz. SORU: Sadece bir atasözü mü? KABAŞ: Bunun öncesi var. 2015’de 17-25 aralık sürecinde, pek çokları hatta basınımızın değerli üyelerinin duayenlerin bile sustuğu bir dönemde ben -bunca belge, bilgi, tape, ifade, varken, tek celsede delil yetersizliğini göstererek olayları sümenaltı edemezsiniz- dediğim için, ağır cezada yargılandım, 10 yıl hapsim istendi. Değerli basınımız bunu görmezden geldi, sustu. Ben o dönemde -Fetöcü- ilan edildim zerre umrumda olmadı, çünkü ben korkuyla susmayı tercih etmem çünkü herkes kendini bilir, suçum yok, vicdanım rahat… Ortada bir realite var. Rüşvet, yolsuzluk, kara para aklama, uluslararası çapta gizli altın ticareti, ambargoları delme ve Türkiyeyi çok zor duruma sokma gayreti var. Eğer böyle bir gerçek varsa neden susuyoruz? Yargılamadan beraat ettim ama bu yargılama süreçleri sistemli yapılıyor 49 ilde birden aynı anda hakkımda suç duyurusu yapıldı. Defalarca yargılandık. Geçen sene bu zamanlarda, ODTÜ’de, eğitmen kimliğimle -malum gazetecilikten para kazanılmıyor-, 2 bin kişilik salonda bir konuşma yaptım, iletişimin hangi teknikleri kullanılarak kara propaganda yapıldığı meselesini anlattığım bir konuşmaydı, siyasetin S’si yoktu. -Yalan haberler, manipülasyonlar nasıl zihinleri işgal ediyor ve biz teslim oluyoruz?- Bunu anlatmaya çalıştım 20 dakikalık bir konuşma. Hitlerin sözcüsü Goebbels'ten örnek veriyorum, -Büyük yalanlar söyleyin, sürekli tekrarlayın, sonunda size inanırlar- diye. AKP’nin adamları sanki bu sözleri ben söylemişim gibi montajlıyor ve Cumhurbaşkanı  Erdoğan bu montajı halka açık canlı yayında, grup toplantısında kullanıyor. Diyor ki, -bakın 128 milyar dolar sorusu varsa, bu yalan soruyu işte CHP’ye o bayan sundu- diyerek beni milyonlara hedef gösteriyor. Ben Erdoğan’a 128 kuruşluk tazminat davası açtım iftira edip beni aleni hedef gösterdiği için, yarın bir gün beynime birisi kurşun sıkarsa Türkiye müsebbibi bilsin diye…Yani benim durumum çok öncelere dayanıyor. —önce astılar sonra yargıladılar— 

SORU: Mapuslukta 49 gün nasıl geçti? 

KABAŞ: Tutuklu yargılama bahanesiyle, yani katalog suçu bile olmayan hakaret suçu iddiasıyla önceden cezalandırmayı seçerek beni hapsettiler. Önce astılar sonra yargıladılar. 49 gün ne yaptım? Bence hapis, mekandan ziyade mental bir durum. Bedenin hapistedir zihnen özgürsün. Ben moralimi hiç bozmadım. Desteğim çoktu, birilerinin arkamızda durduğunu bilmek çok büyük güç veriyor. Vicdanım özgürdü, orayı inzivaya çekilmek gibi gördüm. Bol bol okumak yazmak ve morali sağlam tutmak…49 gününün sonunda şunu gördüm içerde çok büyük dram yaşanıyor. Korkunç orası. Herkesin göğüsleyebileceği yerler değil. Adalet kan ağlıyor. —Adalete ters kelepçe— SORU: Bir de ters kelepçe tartışıldı? 

KABAŞ: Ben ne zaman mağduru oynadım? Polisin dediğini yaptım, asıl bu ülkede adalete ters kelepçe takıldı. 49 günü söylemeye ile utanıyor insan, çünkü orada  öyle örnekler gördüm ki. Aralarında avukat görmemiş, bugüne kadar doğru dürüst savunma yapamamış olanlar var. Ben de sizler, kamuoyu sahip çıkmasanız siyasi rehin olarak hala hapiste kalmaya devam ediyordum. Enteresan olan şu. Çağlayan Adliyesinde önce savcıya ifade verirken, etrafımda polisler var, avukatım var, dostlar meslektaşlar var ama ben gıyabımda ters kelepçe manipülasyon haberleri yapıldığını görmüyorum. Polislerden biri geldi, dedi ki -algı yaratmaya çalışıyorlar, ters kelepçe yapıldığı iddiasıyla-  o polis,  -buradan çıktıktan sonra( benim serbest bırakılacağımı sanıyorlardı çünkü)  polisin size bunu söylediğini söyler misiniz?- dedi. Onlar bile bu çirkin algı ve kara propagandadan rahatsızlık duydular yani, o polislere selam ediyorum. 


SORU: Halen de bu eziyeti çeken gazeteciler ve siyasetçiler var hapislerde ne yazık ki… Bakırköy’den çıkarken -haksızlık karşısında susmayacağım- dediniz. Bu sizin kamuoyuna ve basına çağrınız olarak da değerlendirilebilir, ama ya size bedel ödetmeye devam ederlerse? Belki bazıları -nush ile uslanmayanın hakkı kötektir- atasözünü bile akıllarından geçiriyordur?


KABAŞ: Hapse girdim,  bir can kaldı, daha nasıl bir bedel öderim bilmiyorum. Peki biz niye korkuyoruz? Aslında bir suçumuz var mı? Suçlular korkar. Adam mı öldürdük, cinayet mi işledik, uyuşturucu ticareti mi yapıyoruz? Terör örgütü üyesi miyiz, terör ele başlarına övgü mü düzdük, silah ticareti mi yapıyoruz? Biz bu ülkenin dürüst, işini yapmaya çalışan vatandaşlarıyız. Suç işlemiyoruz. Ama tepki göstermezsek, suskunluk sarmalına mahkum ediyoruz bu toplumu çünkü sen susuyorsun, o susuyor, sonra herkes susuyor. Diktatöre sormuşlar -nasıl diktatör oldun diye? Kimse olamayacağını söylemedi- demiş. Susmak, her türlü haksızlığa rıza göstermek. —49 günü kim geri verecek?— 


SORU: Bu ceza o atasözünün bedeli miydi? KABAŞ: İronik olan şu, atasözünden 2 yıl 4 ay hapis cezası aldım ben, hüküm giydim ama tutuklanmama bakmayın, tutuksuz yargılanmam gerektirdi, çünkü hakaret suçu, katalog suçlardan değil, yatarı bile yoktu. Onun için mesele yapıyorum ama bu üst mahkemelere gidecek, Yargıtay’a, orası onaylarsa Anayasa Mahkemesine, eğer o da  onaylarsa kendi varlığını inkar etmiş olacak. Sonra sırada AHİM var, tazminat diyecek, Bir TC vatandaşı olarak üzülüyorum çünkü o tazminatı Türkiye ödeyecek bana, yani bizim vergimizle ödenecek. Aslında TCK 299 yok hükmünde bir madde, yani şu anda hukuku göz göre göre çiğneyerek fiili durum yaratıyordular. Tıpkı İstanbul Sözleşmesini oldu bittiye getirip 1 gecede yok ettikleri gibi…Bu sürece dur demek lazım. 


SORU: AYM’ye de giderim dediniz ama, geç gelen adalet adalet olmuyor sonuçta, siz yattınız çıktınız, peki sonuçta -bu ceza haksızdı- deseler bile o 49 günü size kim geri verecek?


KABAŞ: Onu geri veremeyecekler ama ben onu bir çeşit mezuniyet olarak gördüm, oradaki kızkardeşlerimin derdine ortak olmayı bir mesleki kazanç gördüm. Aslında bu hapis mevzusu zihinle ilgili, dışarda bir sürü özgür olduğunu sanan insan var ama vicdanları hapiste… —Hepimiz birimiz için— 

SORU: Sizce gidişatın yeterince farkında mı kamuoyu? 


KABAŞ: Erkan Baş (TİP Başkanı) bana dedi ki, -sen içerideyken bizi o kadar kenetledin ki… Seni içeride tutmanın (onlar için) maliyeti arttı -dedi… Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için…Ben içeriye alındığım sırada, Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve  Hülya Kılınç’a da o kadar üzüldüm ki… İnanın içerideyken hiç gözyaşı dökmedim ama sadece bir tek an oldu, o Hülya’yı polisler tek başına ahlak polisleri eşliğinde aldılar ya… Çok içerledim arkadaşlar. Hiçbirimiz bunu hak etmiyoruz. Kim olursa olsun kim olursa olsun hiçbirimiz yalnız kalmamalı. 


https://gc-tr.org/ 

https://youtu.be/y_28bZGYsAc




Cumartesi, Mart 19, 2022

SARS kadar olamadık!


                    Merwe Yenge plajda


Bakıyorum da, “uyuşturulmuş bir toplumun uyuşuk bireyleri mi olduk?” Diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

-Neden yahu? Ayaktayız ya işte

Demesin kimse… Ayol, ülkemizde neler neler oluyor tepki vermek şurada dursun, hiçbirine kılımızı bile kıpırdatmıyoruz. İşte Telekom soygunu (*) işte yıllardır süren düzensiz göçmen akını, kerameti kendinden menkul, son kullanma tarihi geçmiş politikacıların kürsülerden toplumumuzun aydınlarına savurduğu hakaretler, “gözünün üstünde kaşın var” denilerek bir gecede gözaltına alınan gazeteciler, har vurulup harman savrulan hazinemiz, üçlü beşli çeteler eliyle soyulup kim bilir kimlere aktarılan birikimlerimiz…

-Daha sayayım mı?

Eller aya giderken bizim çocuklarımızı yaya bırakan, “Türkçe öldü” diyen yöneticiler elinde bilmem kaç defa değiştirilerek kasıtlı olarak gericiliğe göz kırpan okul müfredat programlarımız, Atatürk’ün adını”bir defa bile anmayan” din adamlarımız, ne idüğü belirsiz tarikatlar elinde kafaları bulandırılan insanlarımız…

-Neden peki?

-Bir ülkede sistem “tek adam eline geçerse, nalıncı keseri gibi istediği yönde kullanır” da ondan.

-Sen SARS diyordun? O neydi?

-Ya! heyecanlandık, nerelere gittik…Anlatayım o zaman, SARS Güney Afrika Gelir İdaresi. 

Önce küçük bir not:

Bizim TELEKOM’u 10 milyar dolar soyan ve “dostumuzdur aman ayıp olur” diye bugüne kadar hesap sormadığımız Lübnan’ın eski Başbakanı Saad Hariri, yıllar önce Güney Afrikalı “bikini mankeni” Candice Van Der Merwe ile ilişki kuruyor ve Seyşel adalarında geçirdikleri tatilin hatırına güzel sevgilisi Merwe Yenge’nin banka hesabına 15 milyon 299 bin 965 dolarlık nakdi hediye! Yolluyor, bu küçük jeste bir AUDİ R8, bir AUDI Spyder marka araba ile uluslarası görüşmelere açık bir telefon da eşlik ediyor.”

-Ayol ne var bunda adamcağız aşık olmuş?

Diyorsanız doğrudur bu aşk bizi ilgilendirmez, Hariri’nin “evli, üç çocuk babası oluşuna” da karışamayız tabii ki, kendi bilecekleri iş… 

Ama işte ondan sonrası bizi ilgilendiriyor. Saad Hariri Türkiye’ye defalarca geliyor, Külliye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ağırlanıyor, Telekom özelleştirmesine giriyor, banka kuruyor, kendi bankası varken bizim bankalardan krediler alıyor, bunları geri ödemiyor, yük hazinenin sırtında kalıyor ve özetle bizleri yaklaşık 10 milyar dolar kadar dolandırıveriyor…

-Peki biz ne yapıyoruz?

-Hiiiç, öylece izliyoruz gelişmeleri (**)

-Yahu SARS ne yapmış onu anlat?

-Durun yahu, anlatıyorum işte 

SARS bizim Merwe Yenge’nin hesabına bir anda düşen 15 milyon 299 bin 965 doların peşine düşüyor. Önce SARS müfettişleri kendisine soruyorlar, “bu para nereden, ne karşılığında, kimden geldi?”  Diye, Merwe Yenge, “Ortadoğulu bir hayranım var o bana küçük bir hediye yolladı” diyor, hayranının kimliğini filan açıklamıyor. Müfettişler yutar mı? İncelemelerini genişletiyorlar, Merwe Yengenin yazışmalarını mercek altına alıyorlar ve Saad Hariri’ye atılmış şu mesaja denk düşüyorlar:

-Seni seviyorum Saad’ım… Gönderdiğin parayla ev alacağım.

Böylece Ortadoğulu hayranın Saad Hariri olduğu ortaya çıkıyor.

Aslında bu soruşturmada fitili ateşleyen olay,  Uluslararası Mali Suçları araştıran FIC’den Merwe Yengeye yapılan banka transferine “kuşkulu” damgası vurulması oluyor. SARS Merwe Yenge ile ilgili incelemeleri tamamlıyor ve bu arada yengenin  Cape Town, Fresnaye’de 2.7 milyon dolara “babasının şirketinden aldığı lüks ev “ortaya çıkıyor, baba Gary de böylece, “kara para aklama” gerekçesiyle soruşturmanın kapsamına alınıyor.

SARS’ın yıllarca süren ısrarlı takibi, ortaya çıkarttığı yolsuzluklar, vergi usulsüzlükleri üzerine açtığı davalar sırasında bizim Merwe Yenge köşeye sıkışıyor ve  2016’da SARS’a 4.4 milyon dolarlık bir ceza ödemesi yapmayı kabul ediyor, 2018 yılında ise “imajının zedelendiği” gerekçesiyle Güney Afrika Hazinesine 6.7 milyon dolarlık tazminat davası açıyor.

Baba-kızla ilgili bu davalar sürerken kısa süre önce baba Gary Van der Merwe’ye ait süper lüks malikaneye SARS  el koyuyor ve açık artırma ile 1 milyon dolara satıyor, parayı hazineye aktarıyor.

     Gary Van Der Mere’nin el konulup satılan villasının açık artırma ilanı


-Aaaa bütün bunlar sahiden olmuş mu? Yoksa sen bize masal mı anlattın?

Diye soruyorsunuz  değil mi? Eh, evet, bize göre bu olaylar dizisi bir rüya ya da masal sayılır tabii ama bu masal ülkemizde değil Güney Afrika Cumhuriyetinde geçiyor. Biz ise uyumaya devam ediyoruz… Güzel rüyalar…

(*) https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrk-telekomda-yeniden-kamula%C5%9Ft%C4%B1r%C4%B1lma-zarar%C4%B1-kim-%C3%B6d%C3%BCyor/a-61101592

(**) https://www.timeslive.co.za/sunday-times/news/2020-07-05-cape-town-mansion-sold-to-settle-tax-bill-over-gift/



Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...